bugün
yenile
    1. 6
      +
      -entiri.verilen_downvote
      balıklar öksürebilen hayvanlarmış. suyun içinde nasıl öksürülür ki ¿ klişe balık hafızası espirisine uyarlayalım: bir balık öksürdüğünde arkadaşı ona ‘hayırdır, hasta mısın¿’ diye sorar. bizimki ‘niye sordun¿’ der, arkadaşı ‘ne sordum ki¿’ der, bizimki ‘bir şey sorduğunu mu iddia ettim¿’ der ve gene öksürür. arkadaşı ‘hayırdır, hasta mısın¿’ diye sorar. bizim ki ‘niye sordun¿’ der ve usulca delirirler..
    2. 2
      +
      -entiri.verilen_downvote
      gönlümden düşen bi tanecik daha bırakmak istedim. ‘“hapşırık tozu fabrikası havaya uçmuş. çocuğun bilinci açık. sizi bekliyoruz’ dedi hemşire. ‘çok yaşayacak’ dedi doktor.”
    3. 0
      +
      -entiri.verilen_downvote
      ben de zannediyordum ki ilk kitap yayımlanacak ve direkt müzeye koyacaklar! ancak tabi boğulunca anladım, benim su birikintisi sandığım şeyin bir okyanus olduğunu! sonra da şöyle bir alışkanlık gelişti; yazdığım cümleyi üç saniye sonra okuyamaz hale geldim. yazarken aklıma yatan cümle, üç saniye sonra bin kusurlu bir cümle gibi görünüyordu gözüme. sordun ya, “ unutmak istediğin başarısızlığın var mı ¿” diye. bütün kitaplarım bu başarısızlıklarla dolu. bu kusurlu anlatımlarla, cümlelerle. eğer bir başarısızlığı unutmak istiyorsan da tek çaren var; yeni bir başarısızlık peşinden koşmak. yazmaya da bu yüzden devam ettim. nasıl olsa, tam olarak istediğim romanı asla yazamayacağım ama belki tam olarak istediğim cümleyi yazabilirim diye..
    4. 0
      +
      -entiri.verilen_downvote
      -ne acayip ya! -ne ¿ -şimdi bu akşam saatinde, tem’de, yüzlerce arabayla birlikte, durmuş trafiğin ilerlemesini bekliyoruz. radyodaki dangalağın kötü esprilerini dinliyor ya da cep telefonlarını kuralıyoruz. oysaki bak karşıda güneş batmakta. kainatın en güzel ve mucizevi hadiselerinden biri yaşanmakta. ama kimse bakmıyor. insan demek ki gerçekten her şeye alışıyor. -“güneşi gördüm,” diyorsun yani. -bilmiyorum, kafamda deli sorular. trafikten filozof olucam galiba. -sen daha yenisin trafikte biz çoktan düşündük bunları. insan dünyaya alışarak karışıyor. alışarak dünyanın doğal bir parçası oluyor. rutin olan, mucizevi bile olsa sıradanlaşıyor. bi laf var ya “kendini hissettiren organ hastadır,” diye. işte dünyada aynen böyle. bir şeyi fark etmemiz için onun kendini bir şekilde hissettirmesi gerekiyor. ama bir şeyin kendini hissettirmesi için normal seyrinin dışında bir şey yapması gerekiyor. yani bu bir bozulma, bir hastalık hali bir bakıma. ama fark edilir olmanın da ön koşulu. mesela şimdi şu öndeki araba önü boş olduğu halde ilerlemiyor. onun o boşluğu fark etmesi için benim korna çalmam gerekiyor. gibi mesela.. -sağa baksana daha hızlı ilerliyor, sağa geç bence. -ilerde acıbadem’den inen yol birleşecek oraya. o zaman kitlenecek sağ. sol her zaman iyidir. yavaş akar ama durmaz. -aaa bak güneş battı bile. -batar o.
    5. 3
      +
      -entiri.verilen_downvote
      platonik aşka neden platonik diyorlar biliyorlar mıydı platonik aşıklar ¿ platonik aşk, bilinen aksine, karşılıksız, imkansız aşk gibi anlamlara gelmiyor aslında. platon gerçekleşmesi mümkün olmayan, ama gerçekleşse ne kadar da güzel olur denilen arzulara tercüman olan bir deyim olan ‘platonik’ deyimini oluşturmuş. platonik aşk demekle aslında ideal aşk ifade ediliyor. ama benim sevdiğim hikaye kısmına gelirsek: platon(eflatun) o kadar yakışıklı o kadar güzelmiş ki bütün kadınlar ona aşık oluyorlarmış. ama platon harmonia ile birleşmesinin de sebebi olan idealleri için hiçbir kadına bağlanmamış. sonra karşılıksız aşk olanlara platonik demişler..
    6. 1
      +
      -entiri.verilen_downvote
      küçük bir balık varmış, daha çocukmuş. bu balık her gece ağlarmış çünkü ona masal anlatıcak arkadaşları yokmuş. kendi kovmuş onları, çok özlüyomuş bi yandan da. bi gece bi balinayla tanışmış ders alıyomuş ondan bi nevi, arkadaşlarından özür dilemeyi öğrenmiş, onları evine almayı öğrenmiş. balina ona hep yön göstermiş annesi gibi. sonra balina bir gün balığı terk etmiş. bu balık hep neden onu terkettiğini sorgulayıp durmuş ama hiç kendi terkettiklerine dönüp bakmamış. denizler hep su, balıklar her gece ağlak..
    7. 1
      +
      -entiri.verilen_downvote
      düşünürken tütmeliyim. tütmediğimde ya bildiğim şeyleri geveliyorumdur ya da sığ geçiştirmelerle yetiniyorumdur. tüttürülmüş düşünceler, anlamlar, yaşantılardan oluşan serüvenlerdir. düşünce, düşüneni ister. düşünenin düşüncelerini yaşamıyla yoğurmasını bekler. emeksiz tütme olmaz. içimizde duyduğumuz temelsiz, bilgisiz, üzerinde yeterince işçilik gerçekleştirilmemiş düşünceler tütmez. siz yakacaksınız, ben yakacağım, bu dünyaya yakışacağız. sadece yanmakta yeterli değildir, kıvılcım başkalarına ulaşmıyorsa. can ocağınız o ateşi taşımaya uygun olmalıdır. elbette öncelikle can ocağınız olmalı. can ocağınız sönük olmamalı. ocağınızda incir ağaçları var mı ¿ yazım biter bitmez, canımın ocağına varıp orada incir ağacı var mı bakacağım..
    8. 0
      +
      -entiri.verilen_downvote
      cümlenin sonundaki ünlem işareti uzaklardan fırlatılmış bir mızrak misali saplandı evin orta yerine. hepimizi derin bir sessizlik esir aldı. ben çok üzüldüm. ağlamaya başladım. ‘bu kadar sulu göz olma dedi,’ babam. öyle demesiyle içimdeki dereler çağladı. ortanca abim ‘yahu ne su varmış senin göz pınarlarında ¿’ diye güldü. kahkası yükseldikçe açtım vanaları. onlar ‘su’ dedikçe aklıma zavallı balığım geliyordu çünkü. balık kelimesi zihnimin duvarlarına çarpa çarpa ilerliyor, kendisine bir çıkış yolu arıyordu. bir virgülle kesildi babamın konuşması. bilinmez diyarlardan gelip babamın cümlesine yerleşen bir virgül hepimizi susturdu. o virgül, birkaç damla su taşırmıştı akvaryumun tepesinden..
    9. 0
      +
      -entiri.verilen_downvote
      helen ilk kez aşık oldu. anne babası ve tutucu erkek kardeşi ilişkisine iyi gözle bakmadılar ve talibinden ayrılması için helen’i zorladılar. umutsuz ve öfkeli helen kendini, marx’ın yıllar sonra ‘halkların afyonu’ diyeceği afyona teslim etti. afyon tentürüne bağımlı ve roma kilisesi’ne dönmüş olan helen, baden baden’de izbe bir otele yerleşti. onu bu iki lanettende kurtarmaya kendini zorunlu hisseden erkek kardeşi, elinde hediyelerle kız kardeşini görmeye gitti: japonya’daki protestan din şehitlerinin hayatını anlatan resimli kitap ciltleri. helen hediyeden hoşlanmadı. bu örnek kitapları kendi yararına okumak yerine, erkek kardeşinin onları yırtık ve dağınık şekilde, hediyelerin düştüğü rezil duruma çok az şüphe kalacak işaretlerle bulduğu banyoda tuvalet kağıdı olarak kullandı. hediye verme sanatında becerikli olmak zordur..